Kaş’tan Antalya’ya giden otobüse binmek üzereyken Nişantaşı’ndaki ilk evimde karşı komşum, sonra dostum ve ailem olan Canım @gurrangezer aradı.
“Fethiye’deyim” dedi. Birkaç yıl önce İstanbul’a veda edip oraya yerleşen dostları ve benim de birlikteliklerini gerçek anlamda bir yol arkadaşlığına çevirdiklerine hayranlık duyduğum iki özel ruh olan “ @rocketqueen_____ ve @iamcontik ile beraberim, rotanda bize de yer aç” dedi.
Açmam mı, üstelik bu kadar tesadüfün bir anlamı olmalıydı bu hayatta.
Şu hayatta sahip olduğum en kıymetli şeyim dostlarım.
Ve dünyanın her yerindeler.
Hepimizde ortak nokta biraradayken kelimelerimizi seçmek zorunda değiliz, yargılanır mıyız, yadırganır mıyız endişemiz yok ve bazen yan yanayken bile ayrı olabiliyoruz. Herkes o an kendi dünyasına çekilebiliyor.
“Evimiz de var, birlikte kalırız” diye de eklediler.
Evinize tabi gelirim ama kahve için, ben bir oda tutayım hem de yazı yazarım dedim.
Tam kaldıkları evlerin karşısında yer alan bir aparttan bahsettiler.
“Ama iyi mi kötü bilmiyoruz” diye de eklediler.
Ne kadar kötü olabilir ki, hiç düşünmeyelim, Virgina Woolf’un dediği gibi herkesin “kendine ait bir odası“ olmalı.
O odadır, içimizdeki sesleri açığa çıkaran, düşündüren, konuşturan ama günün sonunda hesabı kapattıran.
İki saati geçen bir yolculuğun sonunda vardım Fethiye’ye.
Küçük odası, begonvillerle çevrili balkonu ve şirin buzdolabından oluşan odada benden hemen önce kalan kişinin balkon masası üstünde unuttuğu çakmak ve buzdolabında da erik vardı.
Bir kahve yaptım, erikleri suya koydum, balkona oturdum ve telefonumdan belki kim bilir kaçıncı kez dinlediğim bir Candan Erçetin şarkısı açtım...
Parçalandım...
Ve her bir parçamı ayrı yere bıraktım
Birini açık denizlerin en derin yerine attım
Kürek çektim, uzaklaştım, dönüp arkama bakmadım bile
Birini yüksek dağların zirvesine çıkardım
Hiç kimse kurtarmasın, kurda kuşa yem olsun diye
Birini hiç unutmadığım o küçük şehirde bıraktım
Dönemedim, kim bilir, belki dönsem de bulamazdım...
Fethiye /Temmuz 2020
Comments