Gündelik telaşlar içinde hayat yolunda ilerlerken, iş, ilişkiler, aile, maddi ve manevi ihtiyaçlar insanın beyninin içinde kendine tutunacak bir yer arar.
Gündüzleri bir şekilde kafasını dağıtmayı başaran yalnızlar, akşam olup da, hiç kimsenin olmadığını bildiği karanlık evine girerken yaktığı lambanın ışığıyla karşılaşır biriktirdikleriyle.
Anahtarı konsola bırakıp, ayakkabılarını bir kenara koyup, o sessizliğin içindeki seslerle konuşmaya başlar. Sessizliğin sesleri, seslerin en gürültülüsüdür.
Bastırmak için bir şarkı tutturursun bazen, zaten gün boyu da mırıldandığın o şarkıyı sahibine devredersin sonra.
Kulaklıkla mı dinlesem, ses sisteminden mi yansıtsam ikileminde telefondan şarkı yükselmeye başlar. Yalnızlığına ortak olmaya başlamıştır söyleyen.
Günlerdir her akşam mutlaka okuyacağım dediğin kitap sana göz kırpar, her sabah giyinip çıkardığın kıyafetler yorgunluğunu anlatır. Dolapta günlerdir bu hafta mutlaka evde yemek yapacağım diye aldığın sebzelerin değişen rengi, kararlarının arkasında duramamanı hatırlatır. Küçük gibi görünen bu detaylar alt metinlerinde sana, seni anlatır.
Bir ucundan tutmak ister de tutacak gücü bulamadığında derin bir off çekersin.
Yorgunsundur. Böyle akşamlarda en çok “yoruldum” kelimesi çıkar ağzından.
Ne yormuştu sahi seni..
İş mi, trafik mi, hayat pahalılığı mı, dışarının kalabalığı mı…
Bunlar seni doğduğundan beri bilememiş miydi zaten. Bunlar neydi ki, sen neleri görmüştün.
İnsanı en çok yoran yine insandı.
Anlaşılamamak yormuştu seni en çok, kendini ifade etmek zorunda kalmak, ne istediğini bilmeyen insanlara kalbini açmak…
Böyledir hayat, Sezen Aksu’nun tarifi zor olanı mümkün kılan şarkılarından birinde söylediği gibi “Ne gelen anladı ne de giden olanı biteni…”
Kendi yolumuzda yürürken karşımıza çıkan insanların bizi anlamasını beklediğimiz ve bazen anladığını sandığımız o kısa süreli heyecanların hayal kırıklığı ağır gelir insana.
Güven duygun zedelenmiş, yeni başlangıçlara “acaba” diyerek başlamanın tedirginliği bütün hücrelerini sarmış ve iyi ihtimaller hep uzak görünmeye başlamıştır.
Aldığın kararları, yaptığın seçimleri, yürüdüğün yolları sorgularsın.
Kalbinin ders almayışına, mantığının bir türlü duygularının önüne geçemeyişine kızar durursun. İnsan, şefkati başkasına gösterir de kendine hiç acıması yoktur.
İnsanların seni nasıl gördüğüne kafa yorarsın.
Onların gördüğünden çok daha fazlası olduğunu unutmuşsundur.
Yaşam denilen bu illüzyonda her şeye ve herkese gereğinden fazla önem vermek, seni senden uzaklaştırmıştır.
Yapmam dediğin şeyleri yaptın belki, söylemem dediklerini söyledin, olmam dediğin ne varsa oldun. Ne olmuş?! Bu bedeli herkes hayatında bir noktada ödüyor. Bedeller ödemeden de gerçeğe ulaşılamıyor.
Bir an geliyor ve sürekli kendine bir şeyleri ispatlamaktan vazgeçiyorsun.
Aynalar, başkalarının kafasındaki seni değil; sana, seni göstermeye başlıyor.
Sevgiyi, saygıyı, değer görmeyi, özenli hissetmeyi, tamamlanmayı başka insanlarda aramanın, kendine olan güvenini bir başkasının ilgisinde sınamanın, seni birbirini tekrar eden hikayelerden başka bir şekle dönüştürmediğini anlıyorsun.
Bir amaç için geldiğin bu dünyada, emaneten taşıdığın bu bedenle, inandığın masalların peşinden gitmen gerektiğini öğreniyorsun.
Dilinde de Melike Şahin’in o meşhur dizeleri sana eşlik ediyor.
“Hak ediyorum her milimini bu dik gülüşün,
Ayna elimde, durur yara izi, içim üşütür,
Yine düşsem yine yenilsem sil baştan,
Ne mümkün yıkılmak,
Yine doğruldum bak.”
Temmuz 2023 / Köln
Comments