Uzun zamandır kendime zaman ayırmadığımı fark ettim.
Sahi en son ne zaman bir kitapçıdan heyecanla bir kitap alıp, okumuştum. Evde okunmak için bekleyen kitapların varlığı beni yeni kitaplara mesafeli kılmıştı.
Bugün Nişantaşı’nda yürürken ve kulağımda Barbara Pravi'den Voila çalarken kendimi bir kitapçı da Melikşah Altuntaş'ın “Arkada Yaylılar Çalıyor” kitabını alırken buldum.
Kasiyer sordu: "İkinci kitapta %50 indirim var, başka bir kitap daha bakmak ister misiniz?"Birkaç saniye düşündükten sonra teşekkür edip sadece elimdeki kitabı almak istediğimi söyledim. İndirim var diye ikinci bir kitabı alıp onu da okunacaklar bölümüne yerleştirmeyecektim. Online kitap siparişi vermeyi bırakma sebeplerimden biri de buydu ama daha da önemlisi fiziki olarak dokunmadan alınan kitapların bende okuma duygusu yaratmamasıydı.Geçmişe dönüp baktığımda okuduğum tüm kitaplar, kitapçıdan dokunarak, koklayarak, bir duygu bağı yakalayarak aldığım kitaplardı.Kitabı almış yıllarca birçok kitabımı yazdığım Nişantaşı Cafe Nero’da kahve eşliğinde kitaba başlamanın huzuru içindeydim.
İlk bir saat içinde kahvem bitmiş, kitabın da yarısına gelmiştim bile.
Kahvenin yalnızlığa eşlik ettiği tarifsiz bir dostluğu var.
İnsanlık tarihinin iletişimsel anlamda en yoğun çağını yaşadığımız bu dönem aynı zamanda ve aynı oranda da bir yalnızlık getirdi beraberinde.
Dışarıda çok geniş ağlara sahip olsak da içerde sadece kendimize bağlı olduğumuzu hatırlamakta fayda var.
O bağı da ancak kendimizle kuracağımız güçlü ilişkiyle sağlamlaştırabiliyoruz.
Bir bardak çay ya da kahve alıp oturmanın; farkındalık, yaratıcılık, empati ve mutlulukla kurduğumuz ilişkileri de beslediği araştırmalarla kanıtlanmış durumda. Elbette gerçek dostlarla içilen kahvelerin de ömrümüze ömür kattığını unutmamak gerek....
Çantamı sırtıma takıp, elimde kitabım, kafamda düşüncelerle yeniden yürümeye başlamıştım ki, elinde fotoğraf makinesiyle bir adam bütün güzel enerjisiyle bana İngilizce olarak Türkçe bilip bilmediğimi sordu.
Hayatını seyahat ederek geçirmiş ve hala da öyle yaşayan biri olarak, doğup büyüdüğüm bu yerde turist gibi algılanmak ve coşkuyla Türküm demek beni bulunduğum zamandan ve mekandan bambaşka yerlere götürdü.
Kendisinin bir fotoğraf sanatçısı olduğunu ve benim karşıdan gelirken fotoğraflarımı çektiğimi söyledi. Şaşkınlık ve mutlulukla çektiği fotoğraflara bakınca beni böyle bir ana dahil ettiği için çok mutlu olduğumu söyledim ve insanın kendine ayırdığı zamanın böyle hikayelere de kapı araladığını bana bir kez daha hatırlattığı için kendime teşekkür ettim.
İstanbul’a gelince köpeğimiz Heves’le kalıyorum. Bir sonraki gün kahve içmeye beraber gittik, o masa masa dolaşıp masum bakışlarıyla herkesin poğaçasından bir ısırık almanın peşindeyken, ben de kitabın geri kalanını bitirdim.
Melikşah'ı pandemi döneminde instagramda yaptığı yayınlarla tanımış, sonrasında da youtube kanalındaki film, dizi ve kitap vloglarıyla çok sevmiştim.
İlk kitabını yazmasını ve kalbini açmasını, kullandığı dili ve hikayelerini çok sevdim. Dilerim yazmaya ve üretmeye devam eder.
Eğer izlemediyseniz senaryosunu yazdığı "Biz Böyleyiz" filmini de mutlaka izlemenizi öneririm.
Bayram zamanı İstanbul'un çok sevdiğim sakinliği yerini hafta sonu dönüş kalabalığına bırakırken kızım Heves'le, çiçekçiden bir buket çiçek alıp, eve geldik. İnsanın evi nefes gibi. O evi bir buket çiçekle de taçlandırınca o nefes, derin bir soluğa dönüşüyor. Bahar, tüm renkleri ve coşkusuyla şimdi gerçekten bizimle...
Videolarım arasında gezinirken kitabım “Vakit Bir Buket Çiçek Yapma Vaktidir” de yazdığım bir yazı için sevgili Derya Özel’le yaptığımız çekime denk geldim.
"Yola Çıkmak" hem yazıp hem yönettiğim hikayelerden bir tanesiydi. Uzun zamandır izlememiştim. Tam da böylesi güzel bir hafta sonunun ardından ne güzel eşlik etti bu sözler ve Derya’nın performansı…
Sizleri bu performans ve yazıyla baş başa bırakıyor ve yeni haftanın bütün güzellikleri sizlerle buluşturmasını diliyorum.
Sevgiyle...
Gökhan Dumanlı/Nisan 2024
Bir görev için geldiğim bu dünyada Emaneten taşıdığım bu bedenle İnandığım masalların peşinden yürüyorum. Hiçbir şehre ait değilim; kalbim nerede bilmem, ruhum ne- rede aramam... Her şey ve herkes olabilirim. Bölünebilirim, çoğalabilirim. İnandığım bir tek ben, inanmak istediğim birçok bene eşlik edebilir. Yalnız da kalabilirim, kalabalıklar içinde de var olabilirim.Ve hatta inandığım şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilirim. Düşebilir, kalkabilir, hüzünden de sevinçten de ağlayabilirim. Olgunlaşmanın getirdiği artık hiçbir şeye şaşırmama halinin tüm fütursuzluğunu sonuna kadar kullanabilirim. Çünkü ben de inanıyorum ki Elisabeth Ross’un da söylediği gibi, “güzel insanlar öylece ortaya çıkmazlar; onlar oluşurlar...”
Sevgiyle...
Yorumlar